Bir günün hikayesi
01 Mart 2024 20:35

Bir günün hikayesi

Bir gözüm kapalı, duvardaki saate baktığımda saat on’ u gösteriyordu.

Aslında artık kalkmam gerekiyordu. Bugün çok işim vardı ama rüyalardan uyanamıyordum ki! Çok uzun yıllardır hep aynı evi görüyordum. Neredeyse her odasını ezberlemiştim. Hafif bir yokuşun hemen köşe başında yer alan, sanki köşeli gibi ahşap görünümlü bir ev. Pencerelerindeki perdeler tığ işi dantelli. Geniş odalara birbirinin içinden geçilen, güneşin günün her saatinde konuk olduğu, kocaman ferah bir ev… Balkondan ve pencereden bakıldığında karşıdaki evin içi görülebilecek kadar yakın, dar bir sokakta yer alan içi neşeli bir ev…
Kim bilir kaç kez rüyamda büyük bir heyecanla eşime; “İşte, bak bu evdi sana söylediğim. Gördüğüm bu evdi…” dedim… O odadan o odaya sevinçle gezinirken…

***
Kahvaltı haberleri sayesinde sanırım ülkenin yarısı güne gergin başlıyordur. Sosyal medyadan ilgi duyduğum konulardaki tweetlere bakıyorum ben. Örneğin Özgür Demirtaş hoca ekonomi konusunda bence bir numara. Deprem gündemimizden düşmüyor. Kentsel Dönüşüm gerçekleşene dek hepimiz bir başka varlığa dönüşmeyiz umarım.

***

Neyse. Hazırlanıp evden çıktım. Önce eski bir arkadaşımla şu popüler mekânlardan birinde kahve içtik. Ne demişler, ”Gönül ne kahve ister ne kahvehane/ Gönül muhabbet ister kahve bahane.” Özlemişiz birbirimizi. Gerçekten de kahve bahane sohbet şahaneydi. Sıra ödemeye gelince ikimiz de şaşırdık. Nasıl yani? Alt tarafı kahve içtik. Üstüne de minik bir tatlıyı paylaştık. İyi de nasıl oluyor da her yer tıklım tıklım dolu…
Çarşıya doğru yürürken birden Kapanca Sokak düştü usuma. Sanki o eski sokakların, eski evlerin kendine özgü bir kokusu vardı. Ve beni oraya doğru çekiyordu… Yıllardır adeta içinde yaşar gibi hissettiğim rüyamdaki ev belki de oradaydı… Tarih kokan sokaklarda dolaştım durdum…

***

Cumhuriyet Parkındaki Sanat Galerisi’nde düzenlenen fotoğraf sergisi ve anma etkinliğine katılmak üzere yola koyuldum. Büyük bir dükkânın önünde sepet içine konmuş kurutulmuş bitkiler dikkatimi çekti. İçeri girdim; “Papatya almak istiyorum.” “Tabii,” dedi dükkân sahibi. “Gerçek papatya mı?” diye sordum. “Ne demek gerçek papatya mı, sahtesi de mi var?” dedi adam. Elindeki papatya poşetini göstererek. “Var tabii, zamanından önce çıkan, papatyaya benzeyen bir cins var. Onların hiçbir faydası yok. Ayrıca da zararlı.” “Allah Allah. Nasıl yani?” “ Şimdi, hani gençler seviyor-sevmiyor yapıyorlar ya, yapardık ya biz de.” “Hee…” “İşte, onların yaprakları gerçek. Diğerleri iğne gibi ince olur.”

***

Teşekkür edip, papatyayı aldım. Tam çıkacakken, Nerelisiniz? dedi.
Hiç sevmediğim sohbetler. Yıllarca tanıdığım birisine bile, nerelisin diye sormak aklıma gelmez. Üstelik papatya muhabbeti yaptık diye ne bu samimiyet? İzmitliyim. Aslen nerelisiniz? Burada mı doğdunuz? Kütahya doğumluyum, ama 60 yıldır İzmit’te yaşıyorum. O zaman Kütahyalıyım diyeceksin!

***

”Benim oğlum hâkim, kızım doktor, gelinim doktor, damadım doktor.” “Ne güzel. Maşallah! Maşallah!” Bir ara kasanın arkasına geçti, oğlunun ve kızının olduğu büyük bir fotoğraf getirdi.” Kızınız da çok güzelmiş.” “Neye yarar ki. Hiç istemedim evlenmesini ama…” “Niye, mutlu değil mi?” “Bizde kadınlar ne kadar mutlu olur ki. Hangi kız baba evindeki rahatı, mutluluğu bulur. Hangi eş babanın kızına davrandığı gibi davranır?”
Gözünün bebeği kızının mutsuzluğu adama, adamdan bana geçmişti… Tam da bu sırada kükreyen bir erkek sesi deldi geçti ortalığı. Kolundan tutup çekelediği kadının sesi çaresizce içine kaçmış gibiydi…

Güncelleme: 02 Mart 2024 17:04
X